Главная

Популярная публикация

Научная публикация

Случайная публикация

Обратная связь

ТОР 5 статей:

Методические подходы к анализу финансового состояния предприятия

Проблема периодизации русской литературы ХХ века. Краткая характеристика второй половины ХХ века

Ценовые и неценовые факторы

Характеристика шлифовальных кругов и ее маркировка

Служебные части речи. Предлог. Союз. Частицы

КАТЕГОРИИ:






SSCB'nin Dağılmasından Önce İran'ın Bölgeyle İlişkileri




Tebriz'de Safevi devletinin kurulduğu yıl olan 1501, modern İran tarihinin başlangıcı kabul edilir. Fakat aym zamanda İran'ın Orta Asya'yla bağlarının kopmasının da milâdıdır. Türkistan olarak adlandırılan Orta Asya'da Özbeklerin başat olduğu Sünni hanlıklar ile Azerilerin başat olduğu Şii Safeviler arasında başlayan mezhep savaşları, daha önce organik bağları olan Türkistan ile İran'ı birbirinden koparmıştır[54].

Öte yandan, Rusların 19. yüzyılda Kafkasya ve Orta Asya'yı işgal etmeleri ve bunu 1813 Gülistan ile 1828 Türkmençay Antlaşmalarıyla İran'a kabul ettirmeleri, İran'ın Azerbaycan'ın kuzeyini kaybetmesinin dışında söz konusu kopuklukta bir değişiklik yaratmamıştır. Türkmençay Antlaşması bugünkü İran-Kafkasya sınırını belirlemiştir ama çizilen sınır ne mezhepsel, ne de etnik açıdan anlamlı olmamış ve Şii Azerileri bölmüştür. 1863'te Herat'ın Afganistan'a katılmasıyla İran-Afganistan sının bugünkü halini almıştır. Sınır mezhepsel temele dayanmakla birlikte Farsi etnik gruplan bölmüştür. Son olarak, Rusya'nın 1872'de Hive Hanlığına son verdikten soma Orta Asya'da denetimi tamamen sağlamasıyla birlikte 1900'de günümüzdeki Türkmenistan-İran sınırı da çizilmiştir.

1797-1925 arasında İran'ı yöneten Kaçarlar döneminde İran'ın Orta Asya'yla temas etmesi bir yana, Çarlık Rusya İran'da nüfuz bölgesi oluşturarak zaman zaman doğrudan müdahalelerde bulunmuştur. Rusya'da 1917'de rejimin değişmesi de bu dengesiz ilişkiyi değiştirememiştir. Moskova'nın müdahaleleri 1949'da sona erdiğinde, İran bu sefer ABD şemsiyesi altına girerek SSCB ve Orta Asya'ya tümüyle yabancılaşmış, kuzey sınırında oluşan sanal duvar (SSCB) nedeniyle bölgeyle bağlan kopmuştur.

Şubat 1979'da Tahran'da iktidara gelen İslamî rejim SSCB'yi "Şeytan" olarak nitelendirmiş ve "SSCB'nin esir tuttuğu Müslümanların uyanışı" ndan bahsetmiş, ancak Orta Asya'ya yönelik İslamî kışkırtma yapmamıştır. Bunun da ötesinde, retorikte bile Sovyet Müslümanları gündemi görece az işgal etmiş, İran dış politikası Basra Körfezi'ne yoğunlaşarak bir bakıma Orta Asya'yı yok saymıştır. 1979'da SSCB'nin Kabil'deki komünist rejimi desteklemek için Afganistan'ı işgal etmesi ve İslamî ideolojiyle güdülenen aşiretlerin gerilla direnişi başlatmalarına da İran'dan beklenen tepki gelmemiştir[55].

İran'ın ve özelde Humeyni'nin, devrimin en canlı yaşandığı ve tüm dünyada İran'ın "rejim ihracı" çabalarına karşı endişeler belirdiği bir dönemde hemen yam başındaki "dinsiz-komünist esaretindeki" Orta Asya ve Kafkasyalı Müslümanlarla ilgilenmemesinin ve büyük kuzey komşusuna karşı statükocu bir politika izlemesinin çeşitli nedenleri vardır[56].

İlk ve en önemli neden, Tahran'daki rejim açısından ABD karşıtlığının olmazsa olmaz bir nitelik taşımasıdır. Devrim sürecinde Pehlevi rejimi ile ABD devrimcilerin gözünde özdeşleşmiştir. Bunun sonucunda ülkeden sadece Şah değil, onunla birlikte ABD de atılmıştır. Carter yönetimi yeni rejimle uzlaşmak için elinden geleni yapmış, fakat Tahran'ın katı tutumu üzerine Washington da İran karşıtlığını Orta Doğu politikasının ana unsurlarından biri haline getirmiştir. ABD'nin gayretleri sonucunda uluslararası arenada dışlanan İran'ın, katı söylemiyle Batı Avrupalı devletlerle olumlu ilişki kurma olasılığını da o dönemde yitirdiği düşünülürse, dayanabileceği büyük güç olarak geriye sadece SSCB ve Çin gibi komünist ülkeler kalmıştır.

İkinci neden, Eylül 1980'de İran'ın kendisini, Irak'la sekiz yıl sürecek ve yeni rejimin kaderini belirleyecek bir savaşın içinde bulmuş olmasıdır. Savaş sırasında ABD kökenli silahlarına yedek parça bulmakta zorlanan İran, ordusunu yeniden donatmak için SSCB ve Çin silah sistemlerine yönelmek zorunda kalmıştır. Ayrıca Irak'la da iyi ilişkileri olan SSCB'yle ilişkilerini canlı tutmak İran açısından yaşamsal öneme sahip olmuştur[57].

Üçüncü neden, Afganistan'daki Hazaraların konumudur. Afganistan'da fiili bir özerkliğe sahip olan Şii Hazaralara karşı SSCB'nin izlediği politika ılımlı olmuş ve savaş boyunca Hazara bölgelerinde ciddi çatışmalar yaşanmamıştır. SSCB'nin bu yaklaşımında İran'la ilişkilerini bozmama düşüncesinin mi, yoksa Afganistan'daki askerî stratejinin mi belirleyici olduğu tartışılabilir, fakat İran bu tavrı kendisine uzatılan zeytin dalı olarak görmüş ve Afganistan'da desteklediği esas kesim olan Hazaraları zor durumda bırakmak istememiştir. SSCB'nin Afganistan'ı işgaline İran'ın beklendiğinden daha az tepki göstermesinin temel nedeni de bu durumdur.

Dördüncü neden, yüzlerce kilometrelik bir sınırın ardında bekleyen Kızıl Ordu'nun ürkütücü askerî gücünün yarattığı korkudur. Basra Körfezi bölgesinde ve ülke içinde rejimi yıkmak isteyen güçlerle mücadele eden Tahran, yakın tarihinde defalarca olduğu gibi SSCB'nin olası müdahalesine karşı savunmasız kalmıştır. Üstelik, SSCB'nin böyle bir müdahalede dayanabileceği 1921 antlaşmasının yürürlükte olduğu iddiası da çürütülmemiştir. Ayrıca, Afganistan'ı işgal eden SSCB, bu tür bir hareketten çekinmediğini de kanıtlamıştır. Son olarak, ABD ile SSCB'nin Tahran'daki rejimin değiştirilmesinde uzlaşmaları ihtimali (uzak olsa da) vardır[58].

Beşinci neden, Moskova'nın denetiminde hareket eden İran komünist partisi Tudeh'le ve genelde tüm sol örgütlerle yeni rejimin kurduğu özel ilişkidir. Yeni rejim, devrimi İslamcılarla birlikte gerçekleştiren solculara karşı 1979-83 döneminde (en sona Tudeh'i bırakmak kaydıyla) tasfiye politikası izlemiştir. Sol grupların üyesi olan ve çoğu da etnik bir azınlığa mensup bulunan binlerce İran vatandaşı, "Moskova'nın emri doğrultusunda İslam devletini yıkmak ve İran'da SSCB'nin uydusu olacak komünist bir devlet kurmak" suçundan idam edilmiştir. Bu gelişmeler olurken, İran'da sol grupların iktidarı ele geçirecek güce sahip olmadıklarını düşünen ve mevcut İslamî iktidarın ABD karşıtlığını önemseyerek bu durumu tehlikeye atmak istemeyen SSCB Tahran'daki yeni rejime zeytin dalı uzatmaya devam etmiş, ülkedeki sol grupları desteklemeyi de en alt düzeye indirmiştir.

Son olarak, yeni rejiminin kullanabileceği (veya ilgisini çekebilecek) Kudüs, Kerbela, Kabe gibi sembollerin Orta Asya'da bulunmaması İran'ın politikalarında etkili olmuş, devrimi ateşleyen bu semboller doğal olarak yeni rejimin dış politikasındaki öncelikleri de belirlemiştir.

İran'ın SSCB'yle ilişkilerini iyi tutmasını gerektiren yukarıda sayılan nedenlere eklenebilecek çok sayıda başka nedenin varlığına rağmen İran-SSCB ilişkileri devrimin başından itibaren aynı düzeyde seyretmemiştir. Aslında savaş süresince SSCB'nin İran'ı Irak'a tercih ettiğini söylemek de mümkün değildir. Ayrıca, SSCB İran'ın Orta Asya'ya yönelik olası girişimlerinden endişe etmiş ve anti-komünist niteliğinden ötürü Tahran'a hep mesafeli kalmıştır. Aynı tutumu, ideolojik nedenlerle İran da takınmıştır. Üstelik İran'ın SSCB Müslümanlarına yönelik faaliyetleri de hiç olmamış değildir. Örneğin İran'da Türkmence yayın yapan bir radyoyla devrimin temel ilkeleri sınırın diğer tarafındaki SSCB vatandaşı Türkmenlere anlatılmaya çalışılmıştır. Ayrıca, SSCB'den kaçan İslamcılara ev sahipliği yapılmıştır. Fakat bu yönde sayılabilecek tüm faaliyetler sınırlı ölçektedir ve istisna kabul edilebilirler. Esas olan, İran'ın bu dönemde Orta Asya ve Kafkasya'ya yönelik özel bir yaklaşımının olmadığıdır[59].

İran-SSCB ilişkileri İran-Irak Savaşının bitiminden sonra daha olumlu ve istikrarlı bir seyir izlemiştir. SSCB Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze' nin Şubat 1989'da Tahran'ı ziyaret ederek Humeyni'yle görüşmesiyle doruğa çıkan Moskova-Tahran arasında güvenlik temelli ilişkiler, İran'ın kuzey komşusundan herhangi bir tehdit algılamadığını; Moskova'nın da İran'ın elindeki İslam kartından endişe etmediğini ortaya koymuştur. Fakat SSCB'nin kaosa giden iç siyasal gelişmeleri nedeniyle bu "balayı" kısa sürmüştür[60].

2.1.2. SSCB'nin Dağılmasının Ardından İran'ın Bölgeye Yaklaşımı

SSCB döneminde statükoyu korumak isteyen ve özellikle bu ülkenin iç işlerine müdahaleden kaçman İran' ın 1991 sonrasında bölgeye yaklaşımını belirleyen üç temel unsur vardır. Asıl belirleyici unsur İran'da 1989'da başlayan değişikliklerdir. 1979'da bölgesel dengeleri alt-üst eden İran'daki rejim değişikliğinin ardından, İran dış politikası revizyonizme kaymış ve Tahran tüm komşuları tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu algılamanın haklı nedenleri de olmuştur. Özellikle Basra Körfezi bölgesinde, İran rejim ihracına çalıştığını gizleme gereği de duymamıştır. Bununla birlikte, İran'ın bölgesel dış politikası 1989-91 döneminde belirgin bir dönüşüm sergileyerek, revizyonizmden uzaklaşmış ve hem iç politikada, hem de dış politikada köklü değişiklik içine girerek, rejim ihracı anlayışını terk etmiştir. İran'ın içerideki önceliği ekonominin yeniden inşası olmuş, buna paralel olarak da bölgesel istikrara yönelik uzlaşmacı bir dış politika yaklaşımı geliştirmiştir. Humeyni'nin ölmesi ve Rafsancani' nin devrimci anlayışı terk etmesiyle ortaya çıkan bu dönüşüm henüz gerçekleşmişken, kuzey komşusu SSCB parçalanmış ve çok sayıda yeni devlet İran'a komşu olmuştur. Bu ortamda, İran'ın Orta Asya ve Kafkasya'ya yönelik politikası başından itibaren belirgin biçimde ideolojiden arındırılmıştır. Bunun yerine ulusal çıkar ve onun uzantısı olan güvenlik, temel politika güdüsünü oluşturmuştur. Yukarıda değinildiği gibi, ideolojiden ulusal çıkara yönelik kayma 1990'larda İran'ın genel dış politikasında belirgin olmuş ve Hatemi' nin "uygarlıklar arası diyalog" söylemiyle bu dönüşüm hızlanmıştır. Bu yeni anlayış hiçbir yerde Orta Asya'ya yönelik politika kadar netleşmemiştir. İran açısından bakıldığında Orta Asya yeni dış politika doktrinini hayata geçirebileceği "temiz bir sayfa" olarak değerlendirilmiştir, işbirliği ve uzlaşma üzerine kurulu ilişkilerin ortaya çıkması için gayret gösterilmiştir[61].

1979'dan sonra İran'ın uluslararası arenadaki dışlanmışlığının Tahran'da yarattığı huzursuzluk da bu açılımda etkili olmuştur. Bu huzursuzluk esas olarak 1989'dan sonra hissedilmeye başlanmış ve Rafsancani ile halefi Hatemi' nin dış politikayı yeniden inşa çabalarının önündeki önemli engellerden biri olmuştur. Bu nedenle İran, Orta Asyalı devletlerin ortaya çıkışını uluslararası yalnızlığını kırabilmek için bir fırsat olarak görmüştür.

Son olarak, İran'ın güvenliğe yaptığı vurgudan da bahsedilmelidir. 1979'da kurulmasından hemen soma, hem içeride hem dışarıda var olma savaşımları veren yeni rejimin dış politika algılaması güvenlik temeli üzerine kurulmuştu. Bu çerçevede, İslamî ideoloji ihracı çabalarını da rejimin yaşayabilmesi için bir savunma mekanizması olarak görmek mümkündür. Basra Körfezi başta olmak üzere, İran'ın ilgisini yoğunlaştırması gereken bölgelerin ardından gelen Orta Asya, İran'ın "arkası" olarak nitelendirilebilir. Rejimin dışa karşı savaşımları Basra Körfezi bölgesinde yoğunlaştığından, yüzünü batıya çeviren İran, arkasında (diğer bir deyişle, SSCB ve Afganistan sınırlarında) güvenlik endişesi taşımak istememiştir. Dolayısıyla, özellikle 1988'den sonra SSCB'nin varlığını, arkasının güvenli olması biçiminde yorumlayan İran için SSCB'nin dağılması belirsiz bir ortam ve güvenlik endişeleri doğurmuştur. İran'ın istikrar arayışıyla tezat biçimde, 1990-91 Körfez Savaşı Basra Körfezinde yeni güvenlik sorunları ortaya çıkarmışken; 1991'de SSCB'nin dağılmasının yarattığı belirsizliğe, Nisan 1992'de Afganistan'da Necibullah rejiminin devrilmesiyle başlayan iç savaş eklenerek doğuda İran'ın güvenlik endişelerini artırmıştır[62].

İran, statükocu politikalarına rağmen kuzeyinde oluşan güvenlik sorununu aşabilmiş değildir. Güvenlik sorununun bir nedeni ileride ele alınacak etnik-dinsel kökenli çatışmalar olsa da, İran Azerbaycan'dan kaynaklanan etnik ve Afganistan'dan kaynaklanan dinsel nitelikli tehditler dışında bölge devletlerinden ciddi bir tehdit algılamamıştır. İran açısından asıl tehdit, bölge dışı bir gücün (ABD) bölgeye yerleşme çabalarından kaynaklanmaktadır. Arkasında ABD'yi görmek istemeyen fakat bunu engelleyecek kapasitede sahip olmayan İran, bu nedenle stratejik ortağı Rusya'nın yeni devletlerde başat olmasını tercih etmiştir.






Не нашли, что искали? Воспользуйтесь поиском:

vikidalka.ru - 2015-2024 год. Все права принадлежат их авторам! Нарушение авторских прав | Нарушение персональных данных