ТОР 5 статей: Методические подходы к анализу финансового состояния предприятия Проблема периодизации русской литературы ХХ века. Краткая характеристика второй половины ХХ века Характеристика шлифовальных кругов и ее маркировка Служебные части речи. Предлог. Союз. Частицы КАТЕГОРИИ:
|
Ran Dış Politikasını Sınırlandıran FaktörlerTahran'ın yukarıda açıklanan yapıcı yaklaşımına ve coğrafi avantajına rağmen İran'ın bölgeyle ilişkileri gelişememiştir. Aradan geçen on beş yıla rağmen, İran'ın hem siyasi hem de ekonomik ilişkilerinde potansiyelini kullanamadığı görülmektedir. İlişkilerdeki düzeyin düşük olmasının sorumlusu ise şüphesiz İran değildir. Yeni devletlerin İran'dan kendilerini uzak tutmalarının dört temel nedeni vardır. Bu dört neden ortadan kaldırılmadıkça, İran'ın bölgeye yönelik dış politikası hep sınırlı kalacaktır. İşin garip tarafı, söz konusu nedenlerin büyük kısmı İran dışından kaynaklanmaktadır. Bu nedenlerin incelenmesi, sadece İran'ın bölgeye yönelik politikasının sınırlarını göstermeyecek, aynı zamanda ilişkilerin niteliğini de ortaya koyacaktır. Bu sorunlar sırasıyla; bölge ülkelerindeki mevcut İslamî muhalefetlerin İran bağlantısı iddiası, İran'ın ekonomik örgütlenmesi ve teknolojik-mâli yetersizliği, Türkiye-İran ve ABD-Rusya rekabetinin yansımaları ile, Hazar'ın statüsünün belirsizliğidir[66].
2.4. Yeni Bağımsız Devletlerin İslamî Muhalefet Sorunu ve İran Bağlantısı İddiası Bölge liderlerinin, ülkelerindeki İslamî muhalefetin iktidarlarına yönelik en büyük tehdit olduğuna dair inançları neredeyse bir "paranoya" halindedir. Bu paranoya, bölge devletlerinin dış politikalarını belirleyen temel faktörlerden biridir ve İran'la aralarında mesafe bırakmalarının da görünen nedenidir. Siyasal İslam'dan bu derece korkulmasının ardındaki temel neden bölgedeki rejimlerin aşağıda açıklanan kökeni ve niteliğidir. Dolayısıyla, bölgedeki siyasal İslam sorununu iç dinamikler üretmiştir ve iddiaların veya kuşkuların aksine bir dış dinamik varsa, bu İran değildir, fakat buna rağmen İran'ın bölgeyle ilişkilerini zedeleyen temel unsur olan siyasal İslam konusunu incelememiz en azından İran'ın dış politikasını yürütmek zorunda kaldığı çerçeveyi anlamamıza yardımcı olacaktır[67]. Çarlık döneminde bölgedeki medreselerin yeraltına inmek zorunda bırakılması ve İslam dünyasından yalıtılmaları, Hanefi ekolünde çalışmalar yapan İslamî elitin halk üzerindeki etkinliğinin azalmasına neden olmuştur. Oysa, Hanefi ekol mevcut otoriteye isyan konusunda radikal olmayan görüşlere sahiptir. Benzer uygulamalar SSCB döneminde güçlenerek devam etmiş ve sonuçta halk arasında bir kısmı daha 1970'lerde siyasallaşan sufî inançlar yaygınlaşmıştır. Öte yandan, SSCB'nin Afganistan'ı işgal etmesinin ardından başlayan mücahit direnişine Pakistan'ın sağladığı destek, SSCB'de siyasal İslam’ın etkinliğinin artmasında bir dönüm noktası olmuştur. Afganistan sınırına yakın Pakistan topraklarında kurulan kamplarda eğitim alan mücahitlere çeşitli yollardan yüzlerce Sovyet Müslüman’ı da katılmıştır. Genelde Suudi Arabistan sermayesiyle finanse edilen ve ABD-Pakistan gizli servislerince organize edilen bu kamplar bir yandan askerî eğitim verilen mekânlarken, diğer yandan da siyasal İslamî ideolojilerin öğretildiği okullar olmuştur. Dikkat edilmesi gereken nokta, hem sufî öğretiye, hem de Pakistan'daki kamplarda verilen köktenci Sünni öğretiye Tahran'ın destek vermesi bir yana, Şii doktrinin bu anlayışlara karşı olduğudur. 1980'lerde İran'ın SSCB'li Müslümanlara tek etkisi, bir İslam devletinin hayata geçirilebileceğine dair örnek oluşturmaktan ibaret olmuştur. Bu örnek, bölgedeki Sünniler için bir model dahi olamamıştır.
İslamî uyanışın farkında olan Moskova, glasnost anlayışına rağmen, 1988'in başında Hıristiyan ve Yahudilere ibadet özgürlüğü tanırken, aynı hakkı Müslümanlara vermemiştir. Bunun üzerine başta Özbekistan olmak üzere tüm Orta Asya'da kendiliğinden protestolar başlamıştır. Moskova'nın geri adım atmasının ardından ise kendine güvenleri artan İslamî kesimde çeşitli örgütlenmeler ortaya çıkmış ve ilk siyasal talepler belirmiştir. Özbekistan'da Özbekistan İslamî Hareketi (ÖİH), Kazakistan'da Alaş Partisi (AP), Tacikistan'da İslamî Diriliş Partisi (İDP) gibi çok sayıda örgütlenme SSCB'nin resmen sona erdiği Aralık 1991'den yıllar önce faaliyete başlamışlardır. Tüm bu siyasal İslamî hareketlere karşı mücadeleyi pratikte yerel komünist liderler sürdürmüş; aynı liderler bağımsızlık sonrasının yeni iktidarlarında da yer aldıklarında, bağımsızlık sürecinde kendi siyasal aygıtları olan Komünist Partiye (KP) rakip olarak gördükleri İslamî örgütleri, yeni rejimleri için de tehlike olarak görme eğiliminde olmuşlardır. Sonuçta, KP'nin yarattığı siyasal İslam mirasından bağımsız devletler korkar hale gelmiştir[68]. Olaya bir başka açıdan bakıldığında, SSCB döneminde KP dışında sosyo-politik hiçbir oluşuma izin verilmediğinden, sivil toplumun çok zayıf olduğu ve SSCB yıkıldığında bu nedenle ideolojik-entelektüel bir boşluk ortaya çıktığı görülmektedir. Bu durumda eski KP aygıtı dışında tek sivil örgütlenme olarak Pakistan'daki kamplardan da beslenmiş olan geleneksel İslamî yapılar ortaya çıkmıştır. Ayrıca, laik-demokratik nitelikli gruplar da örgütlenmiş ve demokrasi taleplerini önce KP'ye karşı, sonra da bu partinin yerini alan iktidarlara karşı savunmuşlardır. Buna rağmen, bölgede oluşan politik ve ideolojik boşluğu ne liberal demokrasi ne de İslam doldurabilmiştir. SSCB sonrasında bölge ülkelerinde hâkim olan ve kendilerini milliyetçi olarak niteleyen iktidarlar, KP yapısının üzerine eski komünist yönetici elit tarafından ve eski otoriter sisteme benzer biçimde oluşturulmuştur. İstisnalar dışında da bağımsızlıktan beri yönetimler ve yöneticiler değişmiş değildir. Günümüzde Orta Asya ve Kafkasya'daki rejimler "laik otoriter" olarak nitelenebilir. Tüm bölge devletleri kağıt üzerinde Batı'nın laik-demokratik anayasalarını örnek alan bir esas üzerine kurulu sistemler oluşturmuşlar ama uygulamada eski otoriter rejimi devam ettirmişlerdir. Üstelik bu liderlerin bağımsızlık sonrası ortaya çıkan grupları zorla demokrasi talepleriyle bastırmaları, daha SSCB döneminde gizli örgütlenmek tecrübesi kazanmış olan İslamî yapılara avantaj sağlamış, bu oluşumları tüm muhalif söylemin ifade edilebildiği yegane yapılar olarak öne çıkarmıştır[69]. Siyasal İslam açısından önemli olan nokta, bağımsızlık sürecinin liderlerinin başarısız olmalarıdır: Yaşam standardı düşmüş, eğitim ve sağlık sistemleri kötüleşmiş, gelir dağılımı bozulmuştur. İslamcılığın kalesi olan Fergana Vadisinde işsizliğin % 80'e ulaştığı tahmin edilmektedir. Özbekistan genelinde bu oran % 60'tır. Tacikistan'da halkın yandan çoğu fakirlik sınırının altındadır. Bu durumu değiştirmeye aday muhalif ideolojiler ve örgütler içinde halk nezdinde en cazip olanı İslam ve İslamcılar olarak görünmektedir fakat bu durum, Orta Asya'da iktidarların fiilen tek örgütlü alternatifi olmalarının bir sonucudur. Liderlerin tek başarılı oldukları nokta, demokrasi ve insan haklan kısıtlamaları pahasına siyasal istikrarı sağlamış olmalarıdır. Özellikle bağımsızlığın ilk yıllarında Batı'da bölgenin Balkanizasyona kayacağına dair beklentiler oluşmuştu, çünkü Çarlık Rusya’sonın işgalinden önce bölge halkı kendini dinden ve etnik kimlikten daha çok bağlı olduğu aşirete göre tanımlarken, SSCB döneminde etnik yapıya atıf yapan isimlere sahip devletleri yaratmak için oluşturulan (ama etnik sınırlarla çakışmayan) sınırlar, halkın kimliğim ve sadakatini aşiretten devlete yöneltmeye başlamıştı ve bu durumun günümüze bıraktığı miras etnik çatışma olasılığıydı. Fakat yeni/eski liderlerin oluşturdukları baskıcı yapı bu tehlikeyi Orta Asya'dan uzak tutmuştur. Balkanizasyon konusundaki bu görünür başarıya rağmen, ömür boyu iktidarda kalmayı hedefledikleri açık olan liderlerin halklarına vaat ettikleri refah dönemi bir türlü gelmemektedir. Bu durum, diğer bir deyişle ekonomik sıkıntılar ve anti-demokratik baskılar, siyasal İslam'ın yeşermesi için gereken ortamı hiçbir dış etkene ihtiyaç duymayacak biçimde sağlamaktadır[70]. Aslında İslamî muhalefet ve özelde de silahlı İslamcılar bölge ülkelerinde, özellikle de Özbekistan ve Kazakistan gibi büyük ülkelerde ve Kafkasya'da rejimlere ciddi tehdit oluşturabilecek kapasiteden yoksundurlar. Ayrıca bir hükümet kurarak onu yaşatabilme konusunda da yetersiz görünmektedirler. Bunun tek istisnası olan Tacikistan'da ise 1997'ye kadar devam eden iç savaş sonunda laik hükümetle bir anlaşma yaparak iktidarda yer edinmeyi başarmışlardır. İktidarların ülkelerindeki İslamî muhalefete yönelik baskı politikası ise amaçlarının tam tersine hem bu kitleleri daha radikalleştirmekte, hem de yeni sempatizanlar yaratmaktadır. Buna en iyi örnek, baskıcı politikaların dozu görece daha yoğun olan Özbekistan'dır. Üstelik, Taşkent'in baskısı nedeniyle radikalleşen İslamcı Özbekler (başta Tacikistan ve Kırgızistan olmak üzere) komşu ülkelere kaçarak buralarda sempatizan-loj istik bularak üslenmekte ve bu ülkelerin İslamcılarını da radikalleştirmektedir. Dolayısıyla, Özbekistan hükümetinin uyguladığı baskıcı politikalar nedeniyle Özbekistan'ın Orta Asya'ya İslamî radikalizm ihraç ettiği de söylenebilir. Ayrıca, yönetimlerin baskıcı politikaları militan veya politik olan-olmayan ayrımı gözetmeksizin, tüm dindarlara yönelmektedir. Örneğin, Özbekistan'daki tüm tutukluların % 10'u siyasal İslamcılık nedeniyle hapistedir. Bu da siyasal İslam'la ilgisi olmayan fakat dindar olanların zamanla siyasal İslam’a yönelmelerine yol açmaktadır[71]. Bunlara ilaveten, bölge liderliklerinin tüm başarısızlıklarına rağmen iktidarda kalabilmeleri ve anti-demokratik uygulamalarını devam ettirebilmeleri için "radikal İslam" tehdidi iyi bir bahane oluşturmaktadır. Orta Asya'nın otoriter rejimleri özellikle 11 Eylül'den sonra "İslamî radikalizmle ve terörizmle mücadele" söylemim çok kullanır hale gelmişlerdir. Bu sayede ABD'nin de desteğini sağlayan bölge ülkeleri İran açısından da sorun olmaktadır. Şii İran'ın eski SSCB topraklarında eskiden olmadığı gibi bugün de organize bir rejim ihracı girişiminde bulunmadığı ve bunun için gerekli araçları olmadığı açıktır. Buna rağmen bölge devletleri siyasal İslam'ın ardında İran'ın olabileceğine dair kuşkular taşımaya devam etmektedirler. ABD yönetimleri de bu kuşkulan teşvik etmektedirler. Sonuçta, İran ile bölge ülkeleri arasındaki temel sorun olan siyasal İslam, gerçekte ABD-İran çatışmasının bir yansımasıdır ve çözümü İran'ın bölge devletleriyle ilişkilerinin dışında aramak gerekmektedir[72]. Bu durumu kanıtlayan olaylardan biri Taliban'ın yükselişidir. 1996 somasında Afganistan'da Taliban rejiminin kurulmasının ardından, İslamî radikalizm konusunda endişeleri artan bölge ülkeleri, rejime ve devlete yönelik en önemli tehdit olarak İslamî radikalizmi gördüklerini beyan etmişlerdir. Bölgedeki İslamî muhalefetin güçlenmesinden endişe eden Rusya da, bu tehdide karşı otuz bin kişilik bir gücü Afganistan-Tacikistan sınırında bulundurmaktadır. Benzer endişeleri paylaşan Şanghay İşbirliği Örgütü'nün (Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan) kurulmasındaki temel dürtülerin başında da İslamî radikalizm gelmiştir. Taliban-siyasal İslam bağlantısı bu kadar açıkça kabullenilmişken ve Taliban rejimine ideolojik-stratejik açıdan İran'ın tümüyle karşı olduğu da biliniyorken, bölge devletleri İran'ın ülkelerindeki İslamî muhalefete destek vermesinden kuşkulanmaya (veya kuşkulanıyor gibi yapmaya) devam etmişlerdir. Bunca anti-İslamî söyleme rağmen, SSCB döneminden gelen yönetici elitin bağımsızlık sonrasında da iktidara sahip olması ve otoriter yapıyı devam ettirmesi, yem siyasi liderlerin ve fikirlerin ortaya çıkmasını engellemektedir. Başkanlık seçimleri de yeterli bir muhalif liderliğin olamadığım kanıtlamaktadır. Bunun sonucunda, yeni kuşak liderlerin selefleri kadar etkili bir liderlik oluşturamayacakları ve bu nedenle de eskilerinin (ölüm nedeniyle) bırakmak zorunda olacağı iktidarı devralırken, İslam'a daha hoşgörülü yaklaşacakları düşünülebilir. Bu da Orta Asya devletlerinin uzun vadede İran'a karşı bakışım yumuşatacaktır[73]. Не нашли, что искали? Воспользуйтесь поиском:
|