Главная

Популярная публикация

Научная публикация

Случайная публикация

Обратная связь

ТОР 5 статей:

Методические подходы к анализу финансового состояния предприятия

Проблема периодизации русской литературы ХХ века. Краткая характеристика второй половины ХХ века

Ценовые и неценовые факторы

Характеристика шлифовальных кругов и ее маркировка

Служебные части речи. Предлог. Союз. Частицы

КАТЕГОРИИ:






RAN DIŞ POLİTİKASI




1.1. Devrim Öncesi İran Dış Politikası (1925-1979)

Ortadoğu coğrafyası genellikle demokratik devletlere pek alışık değildir. Bölgede yer alan devletler uzun bir zaman ya diktatörlükle ya da monarşi ile yönetile gelmişlerdir. Bundan dolayı, ülkelerin dış politikaları da diktatörlerin kişisel istekleri doğrultusunda şekillenmiştir. İran'ı da bu ülkeler grubuna dâhil etmek mümkündür. İran da iktidardaki yöneticilerin bireysel tercihleri doğrultusunda bazen Doğu'nun "mistik" sınırlarında, bazense Batı'nın "akıl" sınırlarında dolaşmıştır. Kaçkar Hanedanlığının yıkılmasından sonra 1926 yılında Rıza Şah'ın yönetimde egemen hale gelmesiyle Pehlevi Hanedanlığı başlamıştır. Rıza Şah iktidarı döneminde özellikle Amerika ile iyi ilişkiler kurmaya özen göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkesini işgal eden Rusya ve İngiltere'ye karşı ilk önce Amerika'ya daha sonra ise Almanya'ya yakınlaşma gereği hissetmiştir. Almanya ile başlayan bu yakınlaşma ekonomik alanlardaki tercihlerde kendisini göstermiştir. Mesela, ülkenin ekonomik durumunu düzeltmek için Amerika'dan getirtilen Millspaugh ve heyeti kontratları biter bitmez ülkelerine geri gönderilmiş ve yerlerine Alman maliye uzmanı Kurt Linden Blatt getirilmiştir[1].

İkinci Dünya Savaşı sırasında ise tarafsızlığım ilan eden İran, bir kez daha İngiltere ve Rusya tarafından işgal edilmiştir. Otuz yıllık bir süreçte yaşamış olduğu iki işgal deneyimi, sonraki dönemlerde İran'ın çok ihtiyatlı bir dış politika takip etmesinde önemli rol oynayacaktır. 30 Nisan 1951 tarihine kadar dış politikada ibreler Batı'yı gösterirken, Musaddık'ın başbakan olmasıyla tüm dengeler bir anda tersine dönmüştür. Petrol gelirlerinden daha çok pay almak isteyen çarşı grubunun da desteğini de arkasına alan Ulusal Cephe lideri Dr. Musaddık İran petrollerinin millileştirilmesine karar vermiştir. Bu kararla, devlet içersinde başka bir devlet gibi hareket eden "İngiliz İran Petrol Şirketi"nin (Anglo-Iranian Oil Company) etkisinin sınırlamasını ve İran'ın petrol gelirlerinden hakkı olan gerçek payı almasını sağlamayı hedeflemiştir. Bu harekât aslında İran'ın Batı'dan bağımsız ve ulusalcılığı ön plana çıkaran bir dış politika izlemek istediğinin ilk göstergesidir. Petrolün millileştirilmesi kararına en büyük tepki doğal olarak İngiltere'den gelmiştir çünkü İngiliz şirketleri petrol pastasından %40 a yakın bir pay (yani aslan payını) almaktaydılar. 1953 yılında CIA ve İngiltere tarafından organize edilen bir darbe sonucunda Musaddık görevden uzaklaştırılmış ve yerine Batı ile ilişkileri yeniden kuracak olan Zahidi göreve getirilmiştir. İki üç yıllık bağımsız bir dış politika denemesi de bu şekilde kısa bir sürede başarısızlıkla sonuçlanmıştır[2].

1953 darbesinden sonra Amerika ve İngiltere, İran'la bozulan ilişkilerini tekrar iyileştirebilmek için daha çok ekonomik seçenekleri yani askeri yardımları tercih etmişlerdir. Örneğin, ABD 1953 yılında, İran'a 45 milyon dolarlık bir ekonomik yardımda bulunmuştur. Bu yardım sayesinde Şah'ın gizli örgütü SAVAK' ın temelleri atılmıştır. İngiltere ise "Petrol Konsorsiyum Anlaşması" ile İran'la olan ekonomik bağlarını daha da sağlamlaştırmıştır. Aslında İran'ın bu iki devletle tekrar işbirliğine gitmesi bir nevi doğal bir savunma refleksi olarak algılanmalıdır. Soğuk Savaş döneminde, iki kutuplu düzenin hâkim olduğu bir ortamda Sovyet etkisinden kurtulmanın yegâne çaresi, denge politikası oluşturmak için ABD ve İngiltere ile işbirliği yapmaktan geçmekteydi. Bu denge politikasımn gereği olarak, İran özellikle dış politika konusunda İngiltere ve ABD ile uyum ve işbirliği içinde olmaya büyük önem vermiştir. Bununla da yetinmeyerek, 1955 yılında Türkiye ve Irak arasında imzalanan Bağdat Paktı'na aynı yıl Pakistan ve İngiltere ile birlikte İran da katılmıştır. (Daha sonra bu anlaşma Irak'ın çekilmesiyle 1958 yılında CENTO ismini alacaktır.) İran, Batı bloğuyla mevcut ilişkilerini geliştirirken Rusya'yı da tamamen ihmal etmek istememiştir. Bunun için Sovyetlerle de ekonomik işbirliğine giderek bu iki süper güç arasında denge politikası takip etmeyi çıkarları açısından vazgeçilmez görmüştür[3].

Arap-İsrail Savaşı sonucunda patlak veren 1973 petrol krizinde, İran mevcut durumdan en iyi şekilde istifade etmesini bilmiştir. OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) üyesi ülkelerin petrol üretiminin azaltılmasına yönelik kararlarım hiçe sayarak bu dönemde petrol üretimini daha da arttırmış ve Batı ülkelerine daha fazla petrol ihraç etmiştir. Bu hareketiyle, diğer Müslüman devletlere yardım etmek yerine, Amerikan dolarlarının İran ekonomisine akmasını tercih etmiştir. Bu dönemde tamamen pragmatik bir dış politika anlayışının egemen olduğuna şahit olmaktayız. Yine aynı dönemde İsrail Devleti ile olan ikili ilişkiler de iyi bir seyir izlemektedir. İran her ne kadar İsrail'i resmi olarak tanımasa da, bu iki devlet aslında bir nevi "de facto" müttefiklerdi. İki devlet arasındaki ilişkiler İsviçre'nin aracılığıyla sürdürülmektedir. Ticaret hacminde ve ikili ilişkilerde kayda değer bir hareketlilik söz konusudur. Mesela, İsrail mallan İran pazarında kolayca boy gösterirken, İran petrolü de İsrail pazarlarına akmaktadır. İran-İsrail ilişkileri de tamamen pragmatik ve çıkar eksenli bir yörüngeye oturtulmuştur. Sonuç olarak, 1900'lerin başından Soğuk Savaş dönemine kadar genellikle Batı yanlısı bir politika takip edilmekle beraber, Soğuk Savaş döneminde dış politikada ibreler Batı Bloğu'nu göstermekle birlikte, Sovyetlerle de tamamen ihmal edilmemiştir[4].

1.2. Devrim Sonrası İran Dış Politikası

İran'da 1978-1979 yılarında gerçekleşen devrim iki önemli yönüyle dikkat çekmekteydi. Gelişmeler hem ciddi içsel hem de dışsal boyutlara sahipti. Devrimle sonuçlanan mücadele hem Şah'ın baskıcı rejimine hem de uluslararası emperyalizme karşı yürütülmekteydi.

Halk kitlelerinin ve devrim sürecinde yer alan önemli güçlerin yüksek emperyalizm karşıtı duygulara sahip olmaları devrim sonrası gelişmelerde kendisini açıkça göstermiş, İslam Devrimi sonrasındaki ilk aylarda yoğun olarak emperyalizm karşıtı kararlan alınmış ve bu doğrultuda pratik adımlar atılmıştır.

Geçici Devrim Hükümeti'nin dış politikaya ilişkin en önemli adımlanndan birisi, Şubat 1979'da İran'ın CENTO'dan aynlması karan olmuştur. Bu askeri ittifakın İran sınırları içerisindeki tüm bürolan kapatılmış, ittifak çerçevesindeki tüm ortak ekonomik çalışmalar durdurulmuştur. İran'ın ardından Pakistan da ittifaktan aynlma doğrultusunda karar almış ve daha sonra ittifaka son verilmiştir[5].

İran'ın dünya kapitalist petrol sistemi içerisindeki yerini adil bulmayan Geçici Devrim Hükümeti, durumu değiştirmek amacıyla Uluslararası Petrol Konsorsiyumu ile bağlanmış 1973 tarihli anlaşmayı iptal etmiştir. Bu karar sonrasında, ABD, Batı Avrupa ülkeleri ve Japon şirketlerinin İran'dan önceki şartlarla petrol alımı ve işlenmesi durdurulmuştur. İran, İsrail ve Güney Afrika Cumhuriyeti ile olan tüm ilişkilerini kesmiş, bu ülkelere petrol ve askeri malzeme ihracatını durdurmuş, Camp David Anlaşması'na karşı çıkmış ve Mısır ile diplomatik ilişkileri durdurmuştur. İran, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü resmen tanımış, Tahran'da temsilcilik açmasına izin vermiştir. Filistinlilere yardım yapılmasına başlanmıştır. FKÖ Yürütme Kurulu Başkanı Yaser Arafat devrim sonrası İran'ı ziyaret eden ilk yabancı lider olmuştur[6].

25 Nisan 1979'da Küba resmi heyeti İran'ı ziyaret etmiştir. Daha önceki Şah rejimi Küba ile resmi ilişki kurmamaktaydı. İran, emperyalizm karşıtı özgürlük hareketlerini desteklediğini ifade ederek, Zimbabwe'nin (1980'ne kadar Güney Rodezya) mücadeleci halkıyla dayanışma içerisinde olduğunu ifade etmiş, Nikaragua'nın ve Angola Halk Cumhuriyeti'nin devrimci yönetimlerini tanımıştır. Hindistan ile ilişkilerini geliştirmiştir. İran, Bağlantısızlar Hareketi'ne katılmak için başvuruda bulunmuştur.

Yeni yönetimin dış politikada attığı adımlar devrimci ve birbirini takip eder nitelikte olmuştur. Yeni adımlar, Şah aleyhtarı çeşitli siyasal güçlerin düşüncelerini yansıtmaktaydı. İslam Devrimi sonrası atılan adımlar, yeniden yapılanma çalışmalarına halk kitlelerinin desteğinin daha da artmasına yönelik unsurlar da içermekteydi[7].

Fakat, devrim emperyalizm karşıtı şiarlar altında gerçekleşmiş olsa da, yeni yönetim içerisinde kapitalist ülkelerle ilişkilerin geleceği konusunda görüş birliği bulunmamaktaydı. Bunun temel nedenlerinden birisi olarak, şah aleyhinde ortak çatı altında toplanmış olan grubun kendi içerisinde bütünlük teşkil etmemesi ve ayrımların giderek belirginleşmesi olarak gösterilmekteydi. Humeyni'nin yüksek nüfuzundan yararlanmaya çalışan din adamları yönetimi kendi tekellerine tutmayı ve İran'ın kültürel, ekonomik ve siyasal yaşamında Batı'nın etkisini azaltmayı hedeflemekteydiler. M. Bazargan liderliğindeki geçici hükümet ve onun yandaşları ise emperyalist devletlerin politikalarına karşı mücadele etmekle beraber, burjuva demokrasisi laiklik ilkesini de gözeten yeniden yapılanma çabalan içerisindeydiler. Bu grup aynı zamanda, İran'ın ABD ve diğer kapitalist ülkelerle eşitlik ilkesi çerçevesinde ilişkilerini sürdürmesinden yana tavır da sergilemekteydiler. Dış politikadaki en önemli görüş farklılığı bu noktada ortaya çıkmaktaydı[8].

İran İslam Cumhuriyeti 'nin dış politika çizgisinde daha sonralar gerçekleşmiş olan evrimin en önemli nedenlerinden birisi de Humeyni ile M. Bazargan hükümeti arasında iç ve dış politika konularına yaklaşımlardaki farklılığın belirginleşmesi ve aralarında ciddi mücadele yaşanması olmuştur[9].

Elemanlarının büyük çoğunluğu Batı'da eğitim görmüş ve Batı değerlerine önem veren kişiler olan liberal burjuvazi (bu listeye aydınlar da dahil edilebilir) devrimi, aslında İran'ın kapitalist gelişimi yolunda bir adım olarak görmekteydiler. Yönetim ise kapitalist Batı ülkeleri ile ilişkiler konusunda farklı düşünmekteydi. Yabancı şirketler ve devletler ile olan anlaşmaların iptali sürecinde Bazargan hükümeti genel yönetime oranla ciddi kararsızlık içerisindeydi. Tüm bunlara rağmen, devrimden sonraki ilk aylar içerisinde birçok Batı ülkeleriyle İran arasında var olan siyasal ve ekonomik ilişkilere ciddi sınırlamalar getirilmişti. Bu durum aslında hem de çok sayıda kapitalist ülkenin İran İslam Cumhuriyeti'ne yönelik tutumunun belirsiz olmasında da kaynaklanmaktaydı. Bu dönemde Batı basını, İran'ın tek başına ayakta kalamayacağım, Humeyni istese de istemese de İran'ın Batılı ülkelerle ilişki geliştirmek zorunda kalacağım yazmaktaydı. Fakat İslami yönetim, ÜCnin kuruluşunun hemen arkasından "büyük şeytan" olarak nitelendirdiği ABD aleyhinde adeta "soğuk savaş" yürütmekteydi[10].

Yukarıda ifade edilen düşünce gerçekleşmiş ve ekonomik tecritten kurtulmaya çalışan Bazargan hükümeti dış ekonomik ilişkilerini büyük ölçüde onarmıştır. Mart 1979'da petrol ihracatı yeniden gerçekleştirilmeye başlamıştır. Fakat, hükümet, petrol ihracatının devrimden önceki miktarın yansını geçmeyeceklerini açıklamıştır. Petrol ihracatı normal uluslararası piyasa fıyatlanyla gerçekleştirilmekteydi. İhracat hem tek parti satışlar şekilden, hem de uzun dönemli anlaşmalarla gerçekleştirilmekteydi. Bazargan yönetiminin petrol politikası, İran'ın mali açıdan önemli ölçüde rahatlamasına olanak tanımıştır.

Bazargan hükümetinin istifa ettirilmesi, yönetimin tamamen din adamlannın elinde toplanması yolunda önemli bir aşama olarak görülmekteydi. Bu süreç sonrasında ülke yönetiminin odak noktası İslam Devrim Konseyi olmuştur. Ancak dış politikaya ilişkin konularda, özellikle ABD'nin İran Büyükelçiliği'nin basılması sırasında rehin alınmış olan kişilerin geleceklerine ilişkin olarak İslam Devrim Konseyi üyeleri arasında da görüş birliği bulunmamaktaydı. Dini sıfatları bulunmayan liderler olan Ekonomi ve Maliye Bakanı E. Benisadr (aynı zamanda İçişleri Bakanı görevini de geçici olarak yürütmekteydi) ile İran Radyo Televizyon Kurumu'nun Genel Müdürü S. Kutupzade İran'ın Batı ile ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğini savunmaktaydılar. Bu kişiler ABD Büyükelçiliği'nin basılmasını, hem iç siyasal durumun hem de dış politikanın normalleştirilmesi açısından olumsuz gelişme olarak görmekte ve rehine krizinin biran evvel çözüme kavuşturulması gerektiğini ileri sürmekteydiler. Humeyni ve yandaşları için ise Amerikan karşıtlığı taktiksel bir çizgi niteliğindeydi. Bu çizgi, kamuoyunun Şii liderler çevresinde kenetlenmesini ve yeni rejimin güçlenmesini sağlamayı hedeflemekteydi[11].

İran Anayasası'nda Humeyni ve yandaşlarının dış politika konularına ilişkin doktrinsel düşünceleri yer almış hatta daha da ileri boyutlara taşınmıştı. Dinsel liderlerin dış politikaya ilişkin görüşleri Anayasada iki boyutlu olarak yer almaktaydı. Bazı maddeler emperyalizm karşıtı hususlar içermekte, diğer bir grup maddede ise genel İslami çıkarlar ortaya konmaya çalışılmıştır. Anayasada yabancı devletlerin, İran'ın siyasal ve ekonomik yaşamındaki yerini daraltan maddeler yer almıştır. 146. madde sivil amaçlar için dahi olsa İran içerisinde yabancı askeri üslerin kurulmasına izin verilmemesini öngörmekteydi. Bu, İran açısından çok önemli bir gelişmeydi.

Anayasanın bu maddeleri İran İslam Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı Benisadr'ın dış politika çizgisinin belirlenmesi açısından da ciddi etkiye sahip olmuştur. Bu çizgi aslında büyük ölçüde emperyalizm karşıtı niteliğe sahip olmuştur. Fakat, bunun yanında Cumhurbaşkanı Benisadr ekonomik gereksinimlerini de göz önünde bulundurarak, İran'ın gelişmiş kapitalist ülkeler ile ilişkilerinin gelişmesi yönünde de adımlar atılmasını savunmaktaydı. Özellikle, Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya ile ilişkilere daha fazla önem verilmekteydi[12].

Ekonomik ve siyasal nitelikli bazı önemli gelişmeler yüzünden İran'ın dış ilişkilerinin bozulması ve 1979-1980 yıllarında ithalatın ciddi boyutlarda azalması, ülkede genel olarak üretimin zayıflamasına, işsizlik oranının artmasına, enflasyon oranının giderek yükselmesine ve diğer olumsuz sosyal-ekonomik gelişmelerin yaşanmasına neden olmuştur. Bu şartlar altında Benisadr yeni dış politika çizgisi ortaya koymaya, ABD'li rehinelere ilişkin krizi çözmeye ve İran'ın dış politikadaki kuşatılmışlığını ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetler içerisinde olmuştur. Benisadr görüşlerini şu şekilde ortaya koymaktaydı: "Biz taraflardan birisine bağımlı kalmadan, hem Doğu hem de Batı ile ilişkilerimizi açık tutmak zorundayız"[13].

ABD ve diğer bazı kapitalist devletler ile ekonomik ve siyasal ilişkilerin kesilmiş olması İran'ın dış politika çizgisinde bazı değişiklikleri zorunlu kılmaktaydı. Oluşmuş olan bunalım durumundan çıkılması için İslami yönetimin liderleri, aslında kendi ilan ettiği kalkınma stratejisi ile çelişen diplomatik adımlar atmak zorunda kalmıştır. Tahran yönetimi, İran'a bazı önemli ürünleri yollamaları için Sovyetler Birliği yönetimine ve Doğu Avrupa Sosyalist ülkelerine çağrıda bulunmuştur. Daha ilk başlardan itibaren İran devrimini savunmuş olan Sosyalist ülkeler, kendi çıkarlarını da göz önünde bulundurarak, ağır durumunda İran'a yardım göstermiştir.

Sosyalist ülkelerle geliştirilmiş olan ilişkiler İran İslam Cumhuriyeti'nde aslında tepkiyle karşılanmaktaydı. İran medyasında Sovyetler karşıtı propaganda güçlenmiştir. Yapılan propagandalarda İran toplumunu muhtemel komünist tehlikesi ile korkutulmak suretiyle Sovyetler Birliği'nden uzak tutulmaya çalışılmaktaydı. O sıralarda sadece milletvekili olan M. Bazargan'ın aşağıdaki konuşması çok ilginçti: "Biz ABD ve Sovyetler Birliği ile aynı anda mücadele edemeyiz. Fakat, komünistlerin İran için daha ciddi tehlike teşkil etmeye başladığını da gözden kaçıramayız". İran Dışişleri Bakanı S. Kutpzade Sovyetler Birliği karşıtı sert açıklamalar yapmaktaydı. Sovyetler Birliği özellikle Afganistan saldırısı nedeniyle sert eleştirilere maruz kalmaktaydı. Bu arada İran Afganistan'daki mücahitlere yardım göstermeye başlamıştır[14].

Bu son gelişmeler İran'ın İslami yönetimini Sosyalist ülkeler ile daha önceden uzlaşmaya vardığı konularda ön hazırlığını yaptığı bazı anlaşmaları yapmaktan bile çekindirmiştir. Bu şartlar altında, E. Benisadr İran'ın dış ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesinde kapitalist ülkeleri ile, özellikle de Müslüman ülkeler ile ilişkileri öncelikli alanlar olarak belirlemiştir.

İran öncelikle kendisine yönelik yaptırımların uygulanması sürecinde yer almamış kapitalist ülkeler ile ilişkilerini geliştirmekteydi. Örneğin, İspanya, İsviçre, Yeni Zelanda, Finlandiya, Avusturya bu tür ülkeler listesinde yer almaktaydı. Bunun yanında İran diplomatik heyetleri gelişmekte olan ülkelere de yoğun ziyaretler yapmaktaydılar. Bu ülkelerin bir kısmıyla İran daha önceleri iyi ilişkilere sahip olmamıştı. Özellikle Humeyni'nin özel temsilcileri ve İran hükümetini temsil eden heyetler Suriye, Cezayir, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Yemen Halk Demokratik Cumhuriyeti, Tropikal Afrika ve Latin Amerika'nın bazı ülkelerine ziyaretler gerçekleştirmiştir[15].

Gelişmekte olan ülkeler İran'ın sorunlarını anlayışla karşılamaktaydılar. Hindistan, Pakistan, Türkiye, Suriye ve bazı diğer devletler ile anlaşmalar imzalanmıştır. İran Hindistan'ın petrol ihtiyacının % 50'sini karşılamaktaydı. İran ile Türkiye arasındaki ticaretin hacmi 10 kat artış göstermişti.

Hatta yaptırımların uygulandığı sırada bile Batı Avrupa ülkelerinin bir kısmı İran ile ticaretlerini sürdürmekteydiler. Bu nedenle de ticaret daha çok nakit para ve arabulucular üzerinde gerçekleştirilmekteydi. 1980 yılında İran ile İngiltere arasındaki ticaret 971 milyon dolar tutarında olmuştu. 1980 yılında ihracatçı ülkeler listesinde ilk sırayı ise 1.58 milyar dolarla Japonya almaktaydı.

Eylül 1980'de başlanmış olan İran-Irak savaşı Ortadoğu'da zaten gergin olan politik durumu daha da gerginleştirmiştir. Irak, bu savaş sırasında İran'ın durumunun zayıflayacağını ve Ortadoğu'da Irak'ın konumunun giderek güçleneceğini düşünmekteydi.

Irak ile savaş başlandığı andan itibaren İslami yönetim ABD ve uluslararası Siyonizm aleyhinde "kutsal savaş" içerisinde olduğu propagandasını yapmıştır. İran İslam Cumhuriyeti Başbakanı M. Recayi, İran'ın Irak halkı ile değil, bu ülkenin yönetimi ile savaş halinde olduğunu vurgulamıştır[16].

İran İslam Cumhuriyeti yönetimi savaşın sürdürülmesini ülkenin yaşamsal çıkarları açısından kullanma hedefini gütmekteydi. Bu nedenle de BM, Bağlantısızlar Hareketi ve İslam Konferansı Örgütü'nün barış amaçlı girişimleri uzun dönem boyunca sonuçsuz kalmıştır.

Savaş bir yandan da İran'ın zaten ağır olan durumunu daha da kötüleştirmekteydi. Özellikle petrol sektörü ciddi sıkıntı yaşamaktaydı. İran'ın yardım talebiyle başvurduğu ilk ülke Suriye olmuştur. Daha savaş başlamadan önce, küçük çaplı çatışmalar sürerken, Benisadr'ın temsilcisi İran'a silah ve askeri teknoloji yollanması, diplomatik destek verilmesi ve Irak ile sınırda caydırıcı askeri tatbikatlar düzenlemesi ricasıyla Suriye'yi ziyaret etmiştir. Suriye Devlet Başkam Hafız Esat bu önerilerin büyük bir kısmını reddetmiş, fakat İran'a hemen askeri yardım göstermeyi ve geceleri yoğun olarak çalıştırılmak üzere Şam-Tahran hava köprüsünün kurulması önerisini kabul etmiştir. 1980 yılı sonunda ise İran İslam Cumhuriyeti Meclis Başkanı Haşimi Refsencani başkanlığındaki parlamento heyeti Suriye'yi ziyaret etmiştir[17].

İran Başbakanı Recayi Ocak 1981'de, Ebu Musa adasında Birleşik Arap Emirlikleri temsilcileri ile görüşme yapmıştır. Aynı yıl Şubat ayında ise İran din bilginlerini temsil eden heyet Endonezya'yı ziyaret etmiştir. Heyet, savaş konusunda İran'a yardım gösterilmesi isteğini Endonezya tarafına iletmiştir. Bunun ardından ise, Başbakan Recayi başkanlığındaki İran heyeti Malezya'ya gitmiştir. Ayetullah Humeyni'nin özel temsilcisi Yemen Halk Demokratik Cumhuriyeti'ne gönderilmiştir.

İran-Pakistan ilişkileri de gelişme kaydetmiştir. Şubat 1981'de Pakistan Dışişleri Bakanı Ağa Şahi İran'ı ziyaret etmiş, ziyaret çerçevesinde Benisadr ve Recayi ile görüşmeler gerçekleştirmiştir[18].

İran çok sayıda ülkeyle ilişkilerini hızlandırmıştır. Özellikle, Kore Halk Demokratik Cumhuriyeti (Kuzey Kore), Almanya Demokratik Cumhuriyeti (Doğu Almanya), Çekoslovakya, Bulgaristan, Güney Yemen, Hindistan, Malta, Cezayir ve Libya ile ilişkilerde ciddi ilerleyişler sağlanmıştır. İran, Türkiye'den, Pakistan'dan, Güney Kore'den, Kuzey Kore'den ve diğer bazı ülkelerden gönderilmiş olan askeri yardımlar sayesinde silah ve yedek parça sıkıntısını önemli ölçüde atlatabilmiştir[19].

Özellikle Libya'dan bu konuda ciddi yardımlar alınmıştı. Rehine krizi çözüme kavuşturulduktan sonra Batılı ülkeler ve Japonya ile ekonomik ilişkiler yeninde kurulmuştur.

İran'daki çok sayıdaki önemli din adamı kapitalist ülkelerin ekonomik çevreleri ile işbirliğinin güçlendirilmesinin yararlılığını savunmaya başlamıştır. İran Ağır Sanayi Bakanı B. Nebevi Tahran Radyosu'na yaptığı açıklamada, İran'ın öncelikle Avrupa ile ilişkileri temel alan dış ekonomik faaliyetler içerisinde olacağını ifade etmiştir[20].

İran İslam Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler, OPEC, Bağlantısızlar Hareketi, İslam Konferansı Örgütü ve diğer uluslararası kuruluşlardaki çalışmalarını da hızlandırmıştır. İran bu yolla başlangıçtaki politikalarından vazgeçmiş ve Batı ile ekonomik ilişkilerini daha da geliştirmiştir.

1980'de başlamış olan İran-Irak savaşı her iki tarafa ciddi zarar vermiştir. 1982'de Humeyni'nin emri doğrultusunda İran ordusu Irak sınırları içerisinde askeri operasyonlar yapmaya başlamıştır. Ağustos 1988'de sonlanan savaşın kazanan tarafı olmamıştır.

1986-1987 yıllarında İran'ın Kuveyt'e uyguladığı baskılar ciddi boyutlara varmaya başlamıştır. Bu dönemde Kuveyt Irak'a mali destek sağlamaktaydı. Bundan dolayı İran'ın Kuveyt'e karşı tutumu giderek düşmanlık halini almaya başlamıştı. İran, Kuveyt'i ayrı zamanda, İran'ı bombardıman etmeye gelen Irak uçaklarının kendi hava sahasını kullanmalarına izin vermekle de suçlamaktaydı. İran askeri gemileri, Kuveyt'e doğru yüzen gemileri devamlı olarak durdurmaktaydı. Eylül 1986'da ise ilk defa olarak İran deniz kuvvetleri Kuveyt bandıralı bir gemiye ateş etmiştir. Irak-İran savaşında Irak'a değen zarar bazı kaynaklara göre 155-177 arasında değişmekte, bazı kaynaklara göre ise 452.6 milyar dolara kadar çıkmaktaydı[21].

İran deniz kuvvetlerinin saldırıları karşısında aciz duruma düşen Kuveyt, kendi gemilerinin güvenliğini sağlamak için onları önemli devletlerin himayesine vermiş ve böylece Kuveyt gemileri bu devletlerin bayrağı ile yüzmüştür. Kuveyt bu konuda hem ABD ve SSCB'ye, hem de BM Güvenlik Konseyi'nin diğer üyelerine-Çin, Fransa ve İngiltere'ye başvuruda bulunmuştur.

1980'li yıllarda İran'ın önemli dış ticaret ortakları arasında kapitalizm dünyasının ülkeleri - Japonya, Almanya Federal Cumhuriyeti (Batı Almanya), İtalya, İngiltere, İsveç, Güney Kore, Avusturya ve Fransa da yer almaktaydı. Bu ülkelerden İran'a gerçekleştirilen ithalat önemli ölçüde, İran ekonomisinin, Irak ile savaş konusundaki ihtiyaçlarına yönelik olmuştur. Japonya İran petrolünün sürekli ve en önemli müşterileri arasında yer almaktaydı. 1982-1985 yıllarında ticaret hacmi 4-6 milyar dolar tutarında olmuştur. 1987'de ise iki ülke arasındaki mal dolaşımı 2.5 milyar dolar olmuştur.

İran Almanya ile sıkı ilişki içerisinde bulunmuştur. Federal Almanya İran'ın petrol dışı ürünlerinin, özellikle de elde dokunmuş halılarının en önemli alıcılarından birisi olmuştur. Federal Almanya şirketleri İran sanayisine, özellikle de makine sanayisine yaklaşık 200 milyon dolarlık yatırım yapmıştır. İran'ın İtalya ile ekonomik ilişkileri de ciddi gelişme kaydetmiştir. İran petrolünün alıcıları arasında İtalya ikinci sırada durmaktaydı. İran'da 40'a yakın İtalyan şirketi çalışmalarını sürdürmekteydi. İki ülke arasındaki ticaret 1987'de 1,5 milyar dolara ulaşmıştı. İtalya ile İran arasındaki ticarette petrol, doğalgaz, çelik, enerji, yol ve liman yapımı önemli yer tutmaktaydı[22].

İran kapitalist dünyasının diğer ülkeleri ile de devamlı ilişki halinde olmuştur. İngiltere petrol, petrol ürünleri, otomobil sanayinin geliştirilmesi sürecinde İran'a yardımda bulunmaktaydı. İran'ın İsveç, Hollanda, Avusturya ve diğer ülkelerle olan dış ekonomik ilişkileri de gelişme kaydetmiştir.

İran, 1985'te Fransa ile ilişkilerini onarma girişimlerinde bulunmuştur. İran-Fransa ilişkileri, Fransa'nın savaş sırasında Irak'ı desteklemesi nedeniyle ciddi sıkıntılar yaşamıştı. Paris, İranlı siyasal muhacirlere de sığınma hakkı tanımıştı. Bu dönemde Fransa'yı ziyaret eden İran heyeti tartışmalı hususları görüşerek ilişkileri yoluna koymaya başlamıştır[23].

İslami yönetimin Sovyet karşıtı, komünizm karşıtı tutumu, 1980'li yılların başlarında İran ile Sosyalist ülkeler arasındaki ilişkilere de yansımıştır. Fakat, 1985 yılının ikinci yarısında İran'ın Sovyetler Birliği ve diğer Sosyalist ülkeler ile ilişkileri gelişme kaydetmeye başlamıştır.

İran dış politikasındaki bu eğilimlerin temelinde, yönetimin, başlangıçtaki politikalar nedeniyle ülkenin içerisine düşmüş olduğu tecritten kurtulma arayışları yatmaktaydı. Bu alanda, Sovyetler Birliği'nin ardından İran'ın en önemli dış ticaret ortağı Romanya olmuştur.

İran, 1983'te Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerini de yoluna koymaya başlamıştır. Ekonomik, kültürel, bilimsel, teknolojik konularda işbirliğine ilişkin anlaşma ve protokoller imzalanmıştır. Varılmış olan uzlaşma gereği, Çin'in İran'dan yaptığı ithalatın yansını petrol dışı sektör ürünleri, meyve kurulan, işlenmemiş deri oluşturmaktaydı. Çin Halk Cumhuriyeti, İran'a kimyasal ürünler, araç-gereç, kağıt ve metal sanayii için teknoloji, elektrik teknolojisi, petrol sanayii ürünleri göndereceğini üstlenmişti. Çin şirketleri, İran'da demiryolu yapımı çalışmalarında da yer almaktaydı.

Genel olarak bakıldığında, İran İslam Cumhuriyeti yönetiminin çalışmalarının çok önemli bir kısmım dış politika faaliyetleri teşkil etmiştir. Şii din adamları tanımladıkları çıkarlar, bu dış politikanın temel dinamiklerini teşkil etmekteydi. İç durumun arzu edilen nitelikte olmaması, istikrarsızlık, önemli ekonomik ve siyasal sorunların çözüme kavuşturulamaması nedeniyle İran İslam Cumhuriyeti dış politikası da istikrarsız olmuş ve hızlı değişiklikleri yaşamıştır. İslami yönetimin dış politika çalışmalarında propagandaya da özel yer verilmekteydi[24].






Не нашли, что искали? Воспользуйтесь поиском:

vikidalka.ru - 2015-2024 год. Все права принадлежат их авторам! Нарушение авторских прав | Нарушение персональных данных