ТОР 5 статей: Методические подходы к анализу финансового состояния предприятия Проблема периодизации русской литературы ХХ века. Краткая характеристика второй половины ХХ века Характеристика шлифовальных кругов и ее маркировка Служебные части речи. Предлог. Союз. Частицы КАТЕГОРИИ:
|
Ran İslam DevrimiAslında devrimlerin birçoğu halkına baskı uygulayan liderlerin tarihe hediyesidir diyebiliriz. İran İslam Devrimi de Şah'ın liberaller, Müslümanlar, pazarcılar, entelektüeller ve hümanistler üzerindeki baskısına ve zorba yönetimine karşı gerçekleştirilmiş-halka dayalı- bir yeniden yapılanma harekâtıdır. Bu harekât Fransa'da sürgünde bulunan Humeyni tarafından organize edilmiş ve başarıya ulaştırılmıştır. Rıza Pehlevi döneminde ekonomik kalkınmaya öncelik verildiği için ülkede hızlı bir endüstrileşme süreci yaşanmış, bunun sonucunda birçok köylü iş imkânlarından faydalanabilmek için kentlere göç etmiştir. Şehre, iş ve daha iyi bir yaşam umuduyla gelen bu insanlar genelde fakir ve eğitimsizlerdi. Humeyni işte bu fakir insanların ve tüccar (bazaar) grubunun desteğini alarak başarılı bir devrim gerçekleştirmiştir. Petrol rafinerilerindeki işçiler greve giderek, tüccarlar ise devrime ekonomik destek sağlayarak devrimin başarıya ulaşmasını sağlamışlardır[25]. Devrimin başarıya ulaşmasından sonra İran'ın bölge ülkelerine bakış açısını yansıtması açısından Humeyni'nin 1 Aralık tarihindeki konuşmasına bakmakta fayda var: "Bu kutsal ayda, İslam'ı korumak, tiranları ve parazitleri devirmek için kanlarınızı feda ediniz". Bu açıklama, aslında İslam Devrimi'nin sadece İslami nitelikte olmadığını, bir takım siyasi açılımları da beraberinde getirdiğinin göstergesidir. Humeyni bölgedeki monarşilere ve krallıklara açık bir gönderme yapmaktadır. 1979 Mart'ında yapılan referandum sonucunda %99 gibi ezici bir çoğunlukla İran İslam Cumhuriyeti kabul edilmiştir. Devrim hem halk hareketi olması hem de İslam ve Cumhuriyet kelimelerini yan yana getirmesi açısından oldukça önemlidir. Devrimden sonra İran ve Ortadoğu dengeler ve saflar değişmiştir. İran, Batı'nın "sadık kölesi" olmayı bırakıp, artık kendi "kendisinin efendisi" olmaya karar vermiştir. Uzun bir zaman Pehlevi hanedanlığı tarafından bastırılan "İslam" kimliği de baskın bir faktör haline gelerek gerek sosyal hayatta gerekse siyasi hayatta etkisini hissettirmeye başlamıştır. Devrimle beraber gelen değişim rüzgârı İran'ı genel anlamda "Batı", özel anlamda ise "ABD" ve İsrail düşmanı haline getirmiştir. Bu algılamanın ilk yansıması da Amerikan Büyükelçiliği'nin öğrenciler tarafından işgal edilmesiyle kendisini göstermiştir. 444 gün süren rehine krizi sonrasında İran-ABD ilişkileri kopma noktasına gelmiş ve bundan sonra bir daha eski haline dönmemiştir[26]. Devrim sonrası Ortadoğu'da, diğer devletlerin de İran'a karşı olan bakış açıları ve İran algılamaları da tabii olarak değişmiştir. Çünkü kendi yönetimlerinin "parazit ve tiran" olduğunu ve bunların yıkılması gerektiğini iddia eden yeni bir oluşumun bölge ülkeleri tarafından elbette iyi karşılanması beklenemezdi. Devrimin kendi ülkelerine ihraç edilme tehlikesi bölgedeki diğer yönetimleri oldukça rahatsız etmiştir. Doğal bir savunma refleksi olarak bölge ülkeleri de İran'a mesafeli durmayı kendi çıkarları açısından daha faydalı bulmuşlardır. Aslında "İslam Devrimi" zaten bölgesinde yalnız olan İran'ı tam bir yalnızlık içersine itmiş ve kendisinin diğerleri tarafından "öteki" olarak algılanmasına sebep olmuştur. Zaten dini (Şii)ve etnik yönden (Farsi) ayırt edici kimliğine bir de "devrimci" faktörü etkilenince İran'a yalnızları oynamaktan başka bir seçenek kalmamış, gerek bölgesel ve gerekse küresel düzeyde bir dışlanma ile karşı karşıya kalmıştır[27]. Devrim rüzgârı sadece Ortadoğu bölgesini değil, Atlantik'in diğer tarafını, yani Amerika'yı da etkilemiştir. ABD ve Batı karşıtı olan bir ülkenin, diğer bölge ülkelerine de benzeri devrimleri ihraç etme olasılığı, bölgedeki Amerikan çıkarlarının zarar görmesi ve ABD'nin bölgedeki prestijini yitirmesi olarak yorumlanmıştır. Zaten Sovyet Rusya ve ABD arasındaki güç mücadelesinde hassas bir konumda olan Ortadoğu'ya, İslam merkezli ve Batı karşıtı bir İran faktörünün etki etmesi asla kabul olunamazdı. Bundan dolayı devrimin etkisi mümkün olduğu kadar minimum düzeye indirgenmeli ve bunu sağlamak için de gerekli tedbirler alınmalıydı. Öncelikle, eski müttefik (yeni düşman) İran'ın yerine, bölgedeki Amerikan çıkarlarını korumak için en uygun aday olarak Mısır görülmüş ve İran'ın kaybı telafi edilmiştir fakat en önemli tehlike olan -devrimin ihracı sorunu- ise hala bertaraf edilememiştir. İslam Devrimi'nin diğer bölge ülkelerinde tekrarlanabilme riski Amerikan dış politikasında "paranoya" haline gelmiştir. İran'ın İslam merkezli yeni dış politikasının uzun vadede Amerikan çıkarlarını kötü yönde etkilemesini engellemek için ABD de yeni karşı politikalar üretme gereği duymuş ve İran'ı gerek bölge ülkelerin yardımıyla, gerekse alman ekonomik tedbirlerle etkisiz hale getirmeye çalışmıştır[28]. Devrim sonrası İran dış politikasının itici motorunu "Batı karşıtlığı" ve "İslam kimliği" oluşturmuştur. Özellikle Amerika (Büyük Şeytan) ve Sovyetler Birliği (Küçük Şeytan) ve İsrail (Siyonist Rejim) üzerine özel bir vurgu yapılmıştır. Bu nitelemeler ve oluşumlar aslında Dini Lider Humeyni'nin fikirlerini yansıtmaktadır. İran İslam Cumhuriyeti'nin yeni anayasasına göre Humeyni hem iç politikada hem de dış politikada en önemli karar verici haline gelmiştir ve kendisini Veliyi Fakih olarak nitelemiştir. Yani tüm güç Humeyni'nin ellerinde toplanmıştır. Humeyni başat güç olmanın avantajını da kullanarak yeni İran dış politikasını kolayca şekillendirmiştir. 1.2.2. İran-Irak Savaşı (1980-88) 1979 Devrimi sonrasında İran'ın, hem ABD hem de Körfez ülkeleri ile olan ilişkileri bozulmuştur. 1978 yılında İsrail'le Camp David anlaşmasını imzalayan Mısır da Arap devletleri tarafından dışlanmış ve yalnız bırakılmıştır. Irak ise güç kaybına uğrayan bu iki rakip devletin yerini alarak bölgenin yükselen yeni gücü olmak istemiştir. Saddam Hüseyin İran saldırmakla dört şeyi hedeflemiştir[29]: i. İran'daki Şii kökenli İslam Devrimi'nin etkisini sınırlamak ii. 1975 Cezayir anlaşması ile İran'a bıraktığı toprakları geri almak iii. Şattül Arap nehri üzerindeki denetimini artırmak iv. Kuzistan bölgesindeki Arapların bağımsız olmasını sağlayarak İran'ın bu bölgedeki önemli petrol yataklarından mahrum kalmasını sağlamak. Fakat İran başlarda Irak saldırısı karşısında biraz gerilese de kısa sürede toparlanıp Irak'ın üç misli nüfusa sahip oluşuyla insan faktörünü de devreye sokarak Saddam'ın bir yıldırım savaşıyla kolay bir zafer kazanma umutlarını suya düşürmüştür. Bu savaş esnasında İran'ın en büyük müttefiki Suriye olmuştur. Irak ve Suriye'deki Baas partileri arasındaki çekişmeden dolayı Suriye bu savaşta İran'ı desteklemiştir. Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan başlangıçta Irak'ı desteklemelerine rağmen, bu ülkenin ilerde kendileri için de bir tehlike olacağından endişe etmişlerdir[30]. İran kendisi için maddi ve manevi büyük bir kayba sebep olan sekiz yıllık bu savaş sonucunda, silah sanayi bakımından dışa bağımlı olmanın faturasını ağır ödemiştir. Bir diğer önemli nokta ise, bu sekiz yıllık savaş esnasında İran'ın Amerikan menşeli silahlarına yedek parça sağlayamamıştır. İran yerli silah sanayinin olmamasının ve bu konuda Batılı devletlere bağımlı olmasının ne büyük bir eksiklik olduğunun farkına varmıştır. Bundan başka, Körfez bölgesindeki silahlanmanın sonuçlarına katlanmak ve ağır bir bedel ödemek zorunda kalan İran'ın dış politika oluşumunda etkili olana karar vericiler, Körfez Bölgesi'nin silahsızlandırılmasına ve yabancı güçlerin etkisine kapatılmasına büyük önem vermişlerdir. 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin yıkılması ve demirperdenin ortadan kalkmasıyla uluslar arası güç dengeleri tamamen değişmiştir. İki kutuplu dünya düzeni yerini, hegemonik bir gücün egemen olduğu tek kutuplu düzene bırakmıştır. Bu değişim sonrasında İran da dış politikasını yeniden revize etmek zorunda kalmıştır. Örneğin, kuzey sınırında Azerbaycan, Ermenistan ve Türkmenistan gibi yeni bağımsız aktörler ortaya çıkmıştır. Aslında İran bölgedeki statükonun değişmesinden pek de memnun değildi ama şartların getirdiği zorunlu değişime de kayıtsız kalamazdı. Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra, bölgede oluşan güç boşluğu, istikrarsızlık gibi gözükse de İran için yeni bir açılım fırsatı meydana getirmiştir. Bölgede yalnızları oynayan İran, Basra Körfezi, Kafkaslar ve Orta Asya'da nüfuz alam oluşturabilmek için iyi bir fırsat yakalamıştır. Bu yeni ülkelerle kurulacak mevcut ilişkiler gereke ekonomik gerekse siyasi manada İran'ın manevra kabiliyetini artıracaktır. 1991 yılında bölgenin bir diğer önemli gücü ve İran'ın bölgesel rakibi olan Irak'ın pasifize edilmesi ise İran için bir diğer önemli pozitif gelişmedir. 1993-94 yıllarında ise Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki "Dağlık Karabağ" sorununda ve Tacik İç Savaşı'nda arabuluculuk görevi üstlenen İran yavaş yavaş bölge de aktif ve yapıcı bir dış politikanın sinyallerini vermeye başlamıştır[31]. İran bölgedeki nüfuzunu arttırmak için Şii kartım çok iyi kullanmıştır. Bölge ülkelerindeki yoğun Şii nüfusu İran'ın Şiiler üzerine politika üretmesini teşvik etmiştir. Bölge ülkelerinden Irak %60, Kuveyt %24, Bahreyn %18, Katar %16 ve Suudi Arabistan %8'lik bir Şii nüfusa sahip olması bunu doğrular niteliktedir. Bölge monarklarının ve krallarının tehdit algılamasına göre iktidarları için en büyük tehlike "İran"dan gelmektedir. Eğer Humeyni'nin Aralık konuşmasını hatırlayacak olursak, bölgedeki diğer tüm rejimler illegaldi ve bu uranlıkların bir an önce yıkılması gerekiyordu. Bu amaca ulaşmak için İran'ın bu Şii unsurlarla işbirliğine gitme olasılığı ve Şii unsurlar üzerinden bu amaca ulaşma ihtimali bölge ülkelerini korkutmuştur[32]. Diğer devletlerdeki Şiilerle dini bağlamda bir işbirliğine gittiğini iddia eden İran'ın bu söylemi pek inandırıcı gelmemektedir. İran'ın asıl amacının dine hizmet etmekten ziyade maddi çıkarları için böyle bir politika takip ettiğine hiç şüphe yoktur. Taflıoğlu'nun da dediği gibi "Aslında İran dine değil, tersine din İran'a hizmet etmektedir". Dünyada zulüm altında olan tüm Müslümanların kurtarılmasını salık veren İran'ın takip ettiği politika ile söylemleri birbirini tutmamaktadır. Mesela İran, Keşmir meselesine rağmen Hindistan, Dağlık-Karabağ'ın işgaline rağmen Ermenistan ve Afganistan'ın işgaline rağmen Sovyetler Birliği ile kurmuş olduğu sosyal ve ekonomik ilişkiler, İran dış politikasının dini karakterden ziyade çıkar merkezli bir eksende olduğunun kanıtıdır. 1988 yılında Humeyni'nin yapmış olduğu konuşma durumu oldukça iyi anlatmaktadır[33]. "Hükümetimiz, oruç, hac ve tüm İslami ibadetlerden daha önde gelmektedir." Genel itibariyle Humeyni dönemi dış politikasını özetlemek gerekirse, bu dönem dış politikada "siyah" ve "beyaz" alanların hâkim olduğu bir dönemdir. Humeyni'nin 1989 yılında ölmesiyle, muhafazakâr ve imamlar cephesinde önemli bir kan kaybı yaşanmıştır. Не нашли, что искали? Воспользуйтесь поиском:
|