Главная

Популярная публикация

Научная публикация

Случайная публикация

Обратная связь

ТОР 5 статей:

Методические подходы к анализу финансового состояния предприятия

Проблема периодизации русской литературы ХХ века. Краткая характеристика второй половины ХХ века

Ценовые и неценовые факторы

Характеристика шлифовальных кругов и ее маркировка

Служебные части речи. Предлог. Союз. Частицы

КАТЕГОРИИ:






Afganistan'la İlişkileri




Tacikistan'a benzer bir etnik-dinsel yapı sergileyen Afganistan'a yönelik İran dış politikasındaki Şii karakter daha belirgindir. Afganistan'daki Şii Hazaralan diğer etnik gruplara (Fars kültürüne sahip olsalar bile) tercih eden İran, 1979'dan beri mücahitlere yaptığı yardımlarda özellikle Şiilerin Afganistan'da daha güçlü bir konuma gelmesini sağlamaya çalıştı. İdeolojik bakımdan Tacikistan'da görmek istediğine benzer bir rejimi (Farsî ve İslamî) Afganistan'da kuran Taliban'a karşı cephe alan İran, Şiileri açıkça Kabil'e karşı desteklemeye devam etti. Şüphesiz İran'ın Taliban rejimine karşı mücadele etmesinde (aşağıda değinilen) dinsel faktörlerden çok daha önemli nedenler vardı. En başta gelen nokta, Taliban'ın ABD tarafından desteklenmesiydi. Aslında, İran'ın Afgan muhalif gruplarıyla olan ilişkisi de genelde kopuk olmuştur. Sadece 1992 öncesinde değil, (bazı istisna dönemler hariç) 1979-2002 döneminde İran'ın "Afganistan" adına muhatap alabildiği iki unsur olmuştur: Şii Hazaralar ve Horasan'daki mülteciler. Bu iki unsur dışında ele alınabilecek bir "İran-Afganistan ilişkileri" yoktur. Diğer yandan, Afganistan üzerinde İran-Pakistan rekabeti belirgin biçimde öne çıkmıştır ama bu konu da İran-Afganistan ilişkilerinden ziyade, İran'ın Pakistan-Suudi Arabistan ve ABD ile olan ilişkilerini ilgilendirmektedir. Bir diğer deyişle, Pakistan-Suudi Arabistan-ABD üçlüsü, İran'ın Afganistan'la ilişki kurmasını engellemişlerdir[93].

Nur Muhammed Taraki liderliğindeki komünistlerin Nisan 1978'de Afganistan'da iktidarı bir darbeyle ele geçirmesi Tahran'da Şah Muhammed Rıza tarafından olumsuz karşılanmıştı. İran'da da olası bir komünist darbeden endişe eden Şah, Afganistan'daki rejim değişikliğinden on ay sonra tahtını bırakmak zorunda kalmış, fakat Tahran'daki yeni rejimin anti-komünizme eski rejimden daha fazla vurgu yapması, Kabil-Tahran ilişkilerindeki olumsuzluğu artırmıştı. Tahran'da rejim değişikliği gerçekleştikten on ay sonra Aralık 1979'da SSCB'nin Afganistan'ı doğrudan işgal ederek Babrak Karmal liderliğinde yeni bir Afgan yönetimi kurması, olumsuz olan İran-Afganistan ilişkilerini tümüyle koparttı. Dolayısıyla, Kabil'de komünist rejimin sona erdiği 1992'ye kadar geçen dönemde İran-Afganistan ilişkilerinden bahsederken, İran'ın Kabil hükümetiyle değil, hükümete muhalif yerel güçlerle olan ilişkisi esas alınmalıdır.

Afganistan'da merkezî otorite, aşiret örgütlenmesinin üzerinde bir örgütlenmeyi tüm ülke düzeyinde hiçbir zaman oluşturmayı başaramamıştır. Ülkede asıl güç odaklan aşiret konfederasyonları olagelmiştir. Bu aşiret konfederasyonları etnik temelde birbirlerinden ayrılmış ve ülkeyi kabaca beş parçaya bölmüşlerdir. Bu çerçevede, Sovyet işgaline karşı ilk direniş Kandahar'da Dürraniler tarafından başlatılmış, ardından kısa sürede tüm ülkede aşiret temelinde örgütlenen "mücahit" gruplar bu direniş içinde yer almıştır. Mücahit grupların SSCB'ye karşı her geçen gün daha başarılı bir gerilla savaşı yürütebilmesinin arkasında, Pakistan ve kısmen de İran'dan sağladıkları lojistik destek vardı. Savaş nedeniyle, yaklaşık yirmi milyonluk Afganistan nüfusunun üç milyonu Pakistan'a ve iki milyonu da İran'a sığınmak zorunda kaldı. Mücahit grupların esas insan kaynağı ve eğitim-lojistik üsleri bu mülteci kampları oldu. ABD-Suudi Arabistan kaynaklı desteği Afgan gruplara dağıtan Pakistan, sadece kendi uygun gördüğü gruplara bu pastadan pay vermeyi tercih etmiş, Şii Hazaralar ise Peşaver'de temsil edilmelerine izin verilen gruplardan olamamıştır. Aslında Pakistan'ın Gılzaylar'dan başka bir etnik grubun güçlenmesine izin vermeyen politika izlemesi İran'ın zaman zaman sadece Hazaralar nezdinde değil, Gılzaylar dışındaki tüm etnik gruplarla da temas kurabilmesine olanak sağlamıştır. Bununla birlikte, devam etmekte olan Irak Savaşı nedeniyle ekonomik açıdan zor durumda olan İran'ın sınırlı imkânları, Pakistan'la rekabetinde arka planda kalmasına neden olmuştur.

İran öncelikle, SSCB işgaline karşı savaşan yerel Hazara aşiretlerini organize etmiş ve silahlandırmıştır. 1982'den itibaren ise, İran'daki medreselerde kısa süreli eğitim verdiği Hazaralan, söz konusu organizasyon içinde kilit noktalara getirmiştir. İran'ın yeni Şii siyaset teorisi yorumunu benimsemiş olan bu kişiler sayesinde İran, Hazara örgütleri üzerinde doğrudan denetim kurabilmiştir. Bu gelişmenin bir sonraki aşaması aşiret liderlerinin arka plana itilerek İran'da eğitim almış mücahitlerin örgüt liderliklerini ele geçirmesi olmuştur. Sonuçta, Hazara bölgesi ile İran arasında organik bağlar kurulmuş ve Hazaralann diğer Afganlardan yabancılaşması daha önce görülmeyen boyutlara ulaşmıştır[94].

Diğer gruplardan kendini yalıtan Hazarlar, Afganistan'da cihat içinde cihat vermelerine rağmen, Sovyet işgaline karşı başarılı bir performans sergileyerek, geniş kurtarılmış bölgeler oluşturabilmişlerdir. Bunun bir nedeni, Hazara bölgelerinin dağlık ve yolsuz olması olabileceği gibi, SSCB'nin İran'la ilişkilerini bozmamak için İran destekli bu grupların üzerine fazla gitmemesi de olabilir. Nedeni ne olursa olsun, 1989'da SSCB işgali sona erdiğinde ve 1992'de de komünist rejim çöktüğünde, Hazaralar kendi bölgelerine egemen ve iyi organize olmuş bir güç olarak Afganistan iç politikasında daha önce benzeri görülmedik biçimde ağırlıklı bir rol oynayabilecek duruma gelmişlerdi. Bunun bir diğer anlamı, 1992'ye gelindiğinde İran'ın Afganistan'a işlevsel bir aracının bulunduğudur.

Hazaralar-İran ilişkisine bakıldığında, İran'ın rejim ihracı politikası çerçevesinde Afganistan'ın iç işlerine müdahale ettiği düşünülebilir. Zaten, Irak-İran Savaşının devam ettiği bu dönemde Basra Körfezi ve Batı'nın İran'a bakışının esasını da rejim ihracı girişimleri oluşturmuştur. Basra Körfezi bölgesi için İran'ın rejim ihracı girişimleri doğru bir saptama olsa da Afganistan'da aynı saptamayı yapmak yanlış olur. İran-Hazara ilişkileri, İran'ın Afganistan'dan gelebilecek bir tehdide karşı hem coğrafi, hem de ideolojik bir tampon bölge kurma ihtiyacının doğal bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Olası tehdit ise Peşaver'de organize edilen cihat amaçlı savaşın niteliğinde gizlidir[95].

Afganistan'da SSCB işgalinin yarattığı aşiret temelli direniş, Hazara örneğinde olduğu gibi kısa sürede aşiretler üstü bir örgütlenmeye dönüşmüştür. Direnişin organizasyonunda görülen bu değişim, ideolojisinde de belirgin bir kayma ortaya çıkarmıştır. Aslında, Afgan aşiretlerinin İslam'a yaptıkları vurgu ne kadar dikkat çekici olursa olsun, Pakistan'daki mülteci kamplarında ortaya çıkan (veya çıkarılan) köktendinci İslamî ideolojiye benzememektedir. Fakat, mücahit gruplar aşiretler üstü nitelik kazandıkça, "Peşaver modeli" diyebileceğimiz bir İslam yorumunu ideolojileri olarak benimsemeye başladılar. Peşaver modeli, Birinci Bölümde açıklanan İran'ın İslam yorumunun Sünni versiyonuydu. Böylece ilk defa Sünni İslam'da silahlı mücadeleyle köktendinci bir devlet kurma fikri pratiğe döküldü. Bu da İran'ın köktendinciliğe getirdiği yeni tanımın ve bu tanımın model ülkesi olma özelliğinin tekelini kırdı. Sonuçta, İran'ın zaten sınırlı olan Sünni İslamcı örgütlere hitap edebilme yeteneği daha da azaldı. Üstelik, İran'ın Afganistan sınırında yer alan Horasan ve Belucistan illerinde nüfusun çoğunluğu Sünnilerden oluşmaktaydı ve Sünnilerin Tahran'dan yabancılaşması olasılığı İran'ı endişelendirmekteydi[96].

Bu arada, 1992'de Komünist rejim ortadan kalkınca, ona karşı savaşan grupların birbirleriyle çatışmasını önleyen biricik neden olan "ortak düşman" da kayboldu. Bu gelişmenin hemen ardından ülkede belirli bölgelerde denetimi elinde bulunduran gruplar arasında iç savaş başladı. Kabil'i elinde bulunduran Tacikler ile kuzeydeki Özbeklerin kurduğu ittifaka karşı Pakistan'ın desteklediği Gılzaylann Kabil'e karşı saldırıları iç savaşın ilk döneminin ana unsuru oldu. Pakistan (ve S. Arabistan-ABD) destekli Hikmetyar liderliğindeki Gılzaylar ile Rusya destekli Rabbani-Mesut liderliğindeki Tacikler arasındaki savaş üç yıl devam etti. Bu mücadelede diğer gruplar dönem dönem müttefik (dolayısıyla taraf) değiştirirken, Hazaralar bazı istisnalar dışında Taciklerin daimi müttefiki oldular. Kabil'de Rabbani iktidarının yer aldığı üç yıllık bu dönemde İran'ın Kabil nezdindeki tüm girişimleri, kurulan koalisyonda Hazaraların biraz daha etkin yer alabilmesi için verilen çabalardan ibaret kalmıştır.

1994 sonunda Taliban'ın ortaya çıkması ve birkaç yıl içinde (Hazara bölgesi dahil) ülkenin büyük kısmını ele geçirerek, diğer grupları ülke dışına sürmesi veya sindirmesi, Afganistan denklemini tümüyle değiştirmiştir. Taliban'ın ortaya çıkışında ülke içindeki en büyük desteği Afgan nakliyatçıları-kaçakçıları vermiştir. Ülkenin çok sayıda bölgeye parçalanmasının sonucunda iki şehir arasında mal taşımak için defalarca haraç vermek zorunda kalan ve buna rağmen güvenlik korkusu yaşayan nakliyeciler, Taliban'ın bir defalık vergi karşılığında sınırsız ve güvenli dolaşım hakkı tanımasını olumlu bulmuşlardı. Fakat, Taliban'a asıl desteği veren Pakistan olmuştu. Hatta, Kandahar'da Taliban'ın bir güç olarak ortaya çıkmasını doğrudan Pakistan istihbaratı organize etmişti. Taliban'ın insan kaynağı Pakistan'daki medreseler olduğundan sadece burada okuyan Afganlar değil, çoğunluğu Peştun olmak üzere Pakistanlılar da Taliban'a katılmışlardı[97].

ABD'nin de Taliban'ı desteklemesinin temel nedeni "Yeni Büyük Oyun" kapsamında Orta Asya hidrokarbon rezervlerinin dünya pazarlarına olası nakliyatı yollarından birinin Afganistan olmasıdır. Kazakistan-Türkmenistan-Afganistan-Pakistan güzergahım izlemesi planlanan petrol ve doğalgaz boru hatları nedeniyle başta ABD şirketi Unocal olmak üzere uluslararası şirketler Taliban'ın tüm ülkeyi ele geçirerek istikrar sağlamasına sıcak bakmışlardır.

Yukarıda değinildiği gibi, aşiret örgütlenmesi esas olmakla birlikte özellikle Aralık 1979'dan sonra Afganistan'da iktidarın meşruiyetini sağlayan temel unsur İslam'dır. SSCB işgaline karşı da cihat ilan edilmiş ve tüm gruplar istisnasız biçimde cihat amaçlı savaştıklarını iddia etmişlerdi. Bu nedenle o dönemde mücahit adı verilen savaşanların İslam'ın temsilcisi olduğu genel kabul görmüştü. Oysa, İran devriminin Ortadoğu'da "köktendinci" teriminin ifade ettiği kavramı yeniden tanımlaması gibi, Taliban da Afganistan'da İslam'ın temsilcisi olma niteliğini yeniden tanımlamıştır[98]. Taliban'ın uygulamalarının ardından diğer grupların İslamî kökenli meşruiyetleri sorgulanmaya başlanmıştır. Şüphesiz bu durum, Ortadoğu'da köktendinciliğin temsilcisi konumundaki İran'ın pozisyonunun da tehdit edilmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle Taliban hareketi, Afganistan'da yabancı kaynaklı İran karşıtı ideolojik müdahalenin doruğu olarak değerlendirilebilir.

Taliban'ın İran'a bakışında mezhep ayrımını daima esas almasının tarihsel nedeni 18. yüzyıla kadar uzanır. Fakat Taliban'ın İran'a karşı hasmane politikalar izlemesi, ideolojik yönelimden çok, İran'ı ve Rusya'yı Afganistan'daki mutlak iktidarının önündeki engeller olarak değerlendirmesinden kaynaklanmıştır. 1994-97 döneminde Taliban Kandahar'dan başlayarak tüm ülkeyi ele geçirmeye kalktığında karşısında İran ve Rusya destekli ittifaklar bulmuştu. Oysa o tarihe kadar İran, Afganistan gelişmelerinde Hazaralara destek vermek dışında belirli bir grubu düşman olarak tanımlamamıştı. Bu çerçevede Taliban İran'ın Afganistan politikasında önemli bir değişikliğe işaret ediyordu. Dolayısıyla, Taliban'ın İran karşıtlığım, sadece Pakistan-Suudi Arabistan-ABD tarafından yönlendirilmesinde aramamak gerekir. Taliban'ın bu politikası bir etki-tepki biçiminde gelişmiştir. Nitekim, 1997'de İran'ın Kabil Büyükelçiliğini kapatma karan alan Taliban, bu kararın nedeninin, ülkenin kuzeyinde savaştığı güçlerin denetimindeki hava alanlarına her gün onlarca İran nakliye uçağının malzeme getiriyor olmasını göstermiştir.

Taliban-İran gerginliği, Afganistan iç savaşı üzerinden dolaylı olarak devam ederken, dört örnek olayda doğrudan somutlaşmıştır. En önemlisi, Taliban'ın ülkede istikran sağlamasının ardından başlattığı uyuşturucu üretme kampanyasına İran'ın gösterdiği tepkidir. Bu uyuşturucunun Batı'da pazarlanmasında iki ana nakliye yolu İran ve Pakistan olmuştur. Oysa İran uyuşturucuyla mücadele konusunda büyük bir uğraş içinde olagelmiştir ve ülkede yaklaşık üç milyon bağımlı olduğu düşünülmektedir. Buna karşılık, Afganistan sınırında önlemleri artıran İran kolluk güçleriyle kaçakçılar arasındaki çatışmalar kimi zaman küçük birer muharebe biçimini almıştır.

İkinci somut olay ise Taliban'ın Herat ve Kandahar gibi İran'a yakın önemli kentlerde İranlı Sünniler için bürolar açmış olmasıdır. Bu bürolarda temsil edilen İranlı Türkmen, Beluci, Peştun vb. etnik kökenli Sünniler, Taliban tarafından "Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat" adlı bir örgüt kurularak birleştirilmiştir. Bu örgüt, temel amacının İran'daki rejimi devirerek, yerine Taliban modeli bir rejim getirmek olduğunu ilan etmiştir. Bu amacın gerçekleşmesi en azından İran'ın % 85'inin Şii olduğu göz önüne alınırsa gerçekçi görülmese de, bu gelişme İran'ın öteden beri korktuğu ülkedeki Sünnilerin rejime yabancılaşması olgusuna katkıda bulunabileceği endişesini Tahran'da güçlendirmiştir[99].

Üçüncü ve dördüncü olaylar ise içice geçmiştir. 1998'de Taliban'a direnen son büyük kent olan Mezar-ı Şerif ele geçirildiğinde, tüm Hazaralar katledilmiştir. Üstelik bu katliamı gizlemek gibi endişesi olmayan Taliban, daha önce Taliban esirlerinin katledilmesinin intikamım aldıklarım gösteren bir tutum da takınmıştır. İç savaş sırasında Hazaralara yönelik çok sayıda katliama tepki gösteren İran ise bu sefer Taliban'a savaş ilan etmeyi düşünmüş ve Afganistan sınırında tatbikatlara başlamıştır. 1979'daki SSCB işgalinin ardından Afganistan'ın tekrar işgaline neden olabilecek İran'ın sert tutumunun gerisinde sadece Mezar-ı Şerif katliamı yoktu. İran'ı bu sertliğe iten asıl unsur, Mezar-ı Şerifteki İran konsolosluğunun ve diplomatlarının da katliamdan paylarını almaları olmuştur. Tüm İranlı diplomatları kurşuna dizen Taliban, bu kişilerin casus olduğunu iddia etmiştir[100].

Taliban'ın Pakistan dışındaki geleneksel dış destekçilerini kimi nedenlerle kaybetmesinin ardından, İran-Rusya ikilisinin Kuzey İttifakı adı verilen Tacik-Özbek-Hazara bloğuna uluslararası destek sağlama çabalarında artış görülmüştür. ABD-İran diyalogunun gelişmesi de Kuzey İttifakı lehinde sonuçlar doğurmuştur. Kuzey İttifakının Taliban'a karşı genel bir saldın yapmak üzere hazırlandığı bir dönemde, Eylül 2001'de New York'a yapılan saldırının arkasında Taliban'ın yanında savaşan Arap-Afganların olduğunun dünya kamuoyunda genel kabul görmesi, Afganistan'daki dengeleri tümüyle değiştirmiştir. ABD'nin Taliban'a karşı doğrudan müdahalesi ve ortaya çıkışından daha hızlı biçimde Taliban'ın yok olması, 1994'teki parçalanmış Afganistan'ı yeniden yaratmıştır. ABD başta olmak üzere uluslararası baskı nedeniyle tarihte ilk defa tüm grupları kapsayan bir Afgan hükümetinin kurulmuş olması, parçalanmışlığını ve karmaşa potansiyelini koruyan Afganistan'ın niteliğini değiştirmemiştir.

İran açısından bu yeni gelişme iki anlam ifade etmektedir: Olumlu anlamı, İran'a en büyük tehdidi oluşturan Taliban'ın ideolojisiyle birlikte ortadan kaybolmasıdır. Üstelik Hazaralar da eski bölgelerinin denetimini geri almışlardır. Olumsuz anlamı ise, Rusya'yla birlikte Taliban dışındaki tüm gruplar üzerinde nüfuz sahibi olmaya başlayan İran'ın, ABD'nin müdahalesi sonucunda tekrar sadece Hazaralara etki edebilen bir konuma geri dönmesidir. Ayrıca, Afganistan'daki doğrudan ABD varlığı da İran için yeni bir tehdit unsurudur[101].






Не нашли, что искали? Воспользуйтесь поиском:

vikidalka.ru - 2015-2024 год. Все права принадлежат их авторам! Нарушение авторских прав | Нарушение персональных данных